İTİKADİ MEZHEPLER
Ehl-i
Sünnet ve’l Cemâat mezhebi de itikâdî olarak üçe;
a-Selefîler
b-Maturidîler
c-Eşarîler
fıkhî olarak da;
1-Hanefî
2-Şâfiî
3-Mâlikî
4-Hanbelî
5-Evzâî
6-Sevrî
7-Taberî
8-Zâhirî...vb. mezheplere ayrılmış olup, bunlardan yalnızca ilk dördü
günümüze kadar ulaşmış, diğerleri ise yalnızca kitaplarda ve târihte
kalmışlardır.
********************
İTİKADİ MEZHEPLER
Mürcie: İman etmiş kişinin işleyeceği günahalar ona zarar vermez.
Mutezile : Aklı ön plana çıkarır.Akıl ile çelişen bir nas varsa akıl
tercih edilir.
Eşarilik :
Matüridilik :
Selefilik : Aklı reddeder, ayetleri açık anlamlarıyla kabul eder.
Cebriyye: İnsanın yaptığı işlerde hiç bir iradesi yoktur.
Müşebbihe: Allâh'ı yarattıklarına benzeten ve cisim olarak
tevsif edenlerdir.
Mücessime:Kaderiyye :İnsanın yaptığı bütün işlerin, -Allah´ın iradesinden
müstakil olarak, tamamen kulun kendi iradesinden kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir.Cebriyyenin
tam zıddıdır.
Cebriyye ve Müşebbihe ile Mücessime ( bu mezhepler görece çok daha
küçüktür ve birçoğu, bugün varlığını koruyan temel siyas mezhepler olan,
Sünnilik ve Şia tarafından İslam dışı kabul edilir.)
Vehhabilik:
Vehhabilik:
1- MÜRCİE:
Mürcie diğer gruplar tarafından, imanlı kişinin günahının önemli olmadığını öne sürmesi başta olmak üzere çeşitli itikadi görüşleri sebebiyle Müslümanların çoğunluğu ve diğer mezheplerce İslam dışı kabul edilir. Mürcie isminin kökeni "ertelemek", "umut vermek" anlamlarına gelen irca köküdür.
Nitekim bu hareket ilk kez Osman'ın halifeliği sırasında, iç çekişmeler ve
gerilimler yaşanmaya başlayınca çıkmış ve dünyada kişilerin yaptıkları
kötülüklerin veya büyük günah işleyenlerin hesabını öteki dünyaya (ahirete)
bırakma, erteleme fikrinden köken almıştır. Ayrıca Mürcie mezhebinin ana görüşü
olan imanlı kişinin hangi günahı işlerse işlesin azap görmeyeceği ve
günahlarının imanının yanında bir etkisinin olmadığı inancı da isimlerinin
kökeni olan "irca"nın "umut vermek" anlamıyla
ilişkilendirilebilir.
Başlarda Mürcie mezhebi Osman ve Ali gibi kişilerin Hariciler tarafından
kafir olarak görülmesine karşı bir tepki olarak doğmuştu ve günahın etkisiz
olduğu fikrine sahip değildi; sadece müminler için sonsuz azap olduğunu
reddetmekteydiler ki bu Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğunluğunun da görüşüydü.
Bununla birlikte zaman içinde Mürcie bu hususta daha uç bir noktaya gitmiş
ve imanlı kişinin günahlarının tamamen önemsiz olduğu fikrini ortaya
atmışlardır. Genel olarak Mürcie mezhebi Haricilik mezhebinin tam diğer uçtaki
aşırı dengi olarak görülmektedir.
ORTAYA ÇIKIŞI
Mürcie mezhebi ilk olarak üçüncü halife Osman zamanındaki
kargaşalı dönemde ortaya çıkmıştır. Daha sonra Ali
ile Muaviye arasında meydana gelen ihtilaf ve savaşlarda bazı kişiler
görüş bildirmekten çekinmişlerdir. Haksız yere savaşmak İslam dininde
bir büyük günahtır. Büyük günah işleyen kişinin durumu konusunda yorum
yapmak istememişlerdir. Bu kişilerin arasında İslam tarihinin ünlü
simalarından Sa'd bin Ebi Vakkas, Ebu Bekre, İmran bin Hüseyin ve Abdullah
bin Ömer de vardır. Bu kişiler ortadaki ihtilafın taraflarından hangisinin
haklı olduğu konusunda bir fikir belirtmemişlerdir.Bu kişilerin delili şu
hadisti:
Yakında ortaya fitneler çıkacaktır. O fitneler ortaya çıktığı zaman, oturan
kişi bu fitneye yürüyenden, yürüyen ise, buna koşandan daha iyidir. Dikkat
edin, bu fitne meydana geldiğinde, devesi olan devesinin peşine, koyunu olan
koyununun peşine, arazisi olan, onunla meşgul olmaya gitsin.» Orada bulunan bir
kişi: «Ey Allah´ın Besulü, ya kişinin devesi, koyunu ve arazisi yoksa » diye
sordu. Peygamber Efendimiz ona şu cevabı verdi: «Kılıcını alsın ve onun ağzını
taşa vursun. Sonra kurtulma imkânı varsa kendini kurtarsın.»
Zamanla söz konusu ihtilafların farklı bir yönü de gelişti; büyük
günah işleyenin durumu. Bu konuda o dönemde yeni yeni farklı görüşlere sahip
farklı gruplar oluşmaya başlamıştı. İslam dininin siyasi mezheplerinden
olan Hariciler, büyük günah işleyen bir kişinin kafir yani dinden
çıkmış sayılacağını söylemiştir. İslam dininin bir itikadi mezhebi
olan Mutezile ise bu kişilerin mümin (inanan) olmasalar da kafir de
olamayacakları kararına varıp, büyük günah işleyen kişileri mümin ile kafir arasındaki
bir mevkiye yerleştirmiş ve bu kişilere fasık demiştir. Müslümanların
geri kalan çoğunluğu ise büyük günah işleyenin günahkar(günah
işlemiş) bir mümin olduğunu, günahının cezasını eğer Allah affetmezse
çekeceğini ama kafir olarak cezalandırılmayacağını öne sürmüşlerdir.
Müslümanlar arasındaki ihtilaflar konusunda görüş belirtmeyen ekol zamanla
farklı bir boyut kazanır ve bir itikadi ekol oluşturur. "Büyük günah
işleyen de müslümandır" dan yola çıkan görüş zamanla yoldan çımış
"iman etmiş bir kişinin hangi günahı işlerse işlesin ceza
çekmeyeceği" fikrini kabul etmiştir. Bu aşamadan sonra bu fikri ekole
"Mürcie" ismi verilmiştir.
TEMEL ESAS
Mürcie ekolünün temel esası kısaca; iman ile günahın zarar
vermeyeceği, küfür ile de sevabın fayda vermeyeceğidir. Bu şu manaya gelir;
eğer kişi İslam dinini benimsemiş ve bu dine bir kez inanmış ise, İslam dininin
kurallarına karşı gelmesi önemli değildir. İnandığı için davranışları, kötü
veya günah bile olsa, o kişi bu davranışları için (İslam dininin esaslarından
olan) ahiret hayatında bir ceza almayacaktır. Aynı şekilde, Mürcie
mezhebine göre, eğer kişi İslam dinine inanmıyorsa, inancı gerçek değilse,
davranışları ne kadar iyi olursa olsun bu iyilikleri kişiye fayda etmez ve kişi
ahiret hayatında cezalandırılır, azap çeker.
Mürcie fırkasına mensup olanlar, amelin imanla ilişkisi olması mevzuunda,
ameli küçümsemede son derece ileri gitmişler, amelin, cennete girip girmemede
bir fonksiyonu olup olmadığı konusunda da ameli basit görmüşler, hattâ imanın
aslını bile hafife almışlar, onu hakikatinden saptırmışlar ve imanın sadece
kalben kabulden ibaret olduğunu, bütün dış hareketlerin kişinin kalbine iman
girmediğini gösterse bile sadece kalbin kabulünün iman sayılacağını ileri
sürmüşlerdir.
Allah´ın affının herşeyi kapsadığına inanan ve Allah´ın, inkârdan
başka ,bütün günahları affedeceğine hüküm veren, inkârla birlikte itaatin
hiçbir faydası olmadığı gibi, imanla beraber de herhangi bir günahın zararı
olmayacağına inanırlar.
2.MUTEZİLE :
Mutezile mezhebi bu mezheplerin arasında en akılcı olandır ve genel olarak
Ehl-i Sünnet içerisinde hoş karşılanmaz; tekfir edildiği de olmuştur. Mutezile
mezhebi her ne kadar bugün pek yaygın olmasa da, özellikle Abbasiler döneminde
güçlenmiştir. Mutezile'de akıl ile nass (örneğin bir ayet) çelişkili durduğunda
nass akla uygun olacak şekilde tevil edilir (yorumlanır).
Mutezile'nin bu tutumu özellikle gelenekçi akımlardan büyük eleştiri
almıştır. Mutezile mezhebine bağlı kişilerin inandıkları belirli esaslar
bulunmaktadır, bunların başlıcaları şu beşidir:
Tevhit, Adalet, Söz ve tehdit (el-Va'd ve el-Va'id), İki konum arasındaki
bir konum (El Menzile beyne'l-menzileteyn) ve iyiliği emretmek-kötülükten men
etmek (Emr-i bi'l ma'rüf ve nehy-i anil münker).
Bu beş esasa usülü'l-hamse denir.
Tevhid esası :Allah'ın varlığı ve birliği anlamında
Adalet esası : Kader tartışmasıyla ilgili ve Cebriyye'ye bir tepki
olarak doğmuş bir esastır. Buna göre insan fiilerinde tamamen hürdür ve
fiilerini, Allah'ın ona bahşettiği bir güçten yararlanarak, kendisi yaratır.
Mutezile argümanlarına göre eğer kişinin durumu bu olmasaydı da Allah onun
fiilerini yaratmış olsaydı, kişi davranışlarında hür olmasaydı, Allah'ın kişiyi
davranışlarından, fiilerinden dolayı cezalandırması adil olmazdı oysa ki İslam
anlayışına göre Allah adaletin kaynağıdır. Nitekim bu esasın ismi de buradan
doğmuştur.
Söz ve tehdit ( el-Va'd ve el-Va'id): Mürcie mezhebine tepki olarak
ortaya çıkmıştır ve Allah'ın sevap işleyenlere söz verdiği (vaad ettiği)
iyiliğin, günah işleyenlere ise tehdit ettiği cezanın gerçekleşeceğini
kastetmektedir. Mutezile mezhebinin bu husustaki mantığı Mürcie mezhebinin tam
zıddıdır ve şöyle ilerler: Eğer kişinin imanı yanında günahları etkisiz olsaydı
Allah'ın günahlara karşı insanları azap ile korkutması anlamsız olurdu; bu
sebeple Allah'ın vaad ettiği iyilik de ceza da kaçınılmazdır.
İki konum arasındaki bir konum esası : Söz ve tehdit esasıyla
ilişkilidir; buna göre büyük günah işleyen Mümin tövbe etmeden ölürse azap
görür. Bununla birlikte bu kişinin (büyük günah işlemiş Müminin) konumu
kafirlik değildir; bu kişiye fasık denir ve iman ile imansızlık arasında bir
konum olduğuna inanılır nitekim esas da ismini bundan almıştır.
Emr-i bi'l ma'rüf ve nehy-i anil münker yani iyiliği emretmekten ve
kötülükten men etmek : Mu'tezile'de önemli bir yere sahip bir esastır
inananların birbirlerine iyiliği tavsiye etmeleri, emretmeleri, kötülükten ise
alıkoymaları, men etmeleri anlamına gelmektedir.
Mu'tezile'nin bu beş ana esasını ilk ortaya atanın Mutezili düşünür
Ebu'l-Huzeyl olduğu düşünülmektedir. Her ne kadar Mutezile bugün ayrı bir
itikadi mezhep olarak yaygın olmasa da, önemli Şia kolları, Zeydiyye ve
İsnaaşeriyye, Mutezili görüşlerin çoğunluğunu kabul etmiştirler ve bu sebeple
itikadda Mutezili bir tavırları vardır.
Mutezililerin birçoğu fıkıh mezhebi olarak (yani amelde) Hanefi mezhebine
bağlıdır.
Kur´an-ı Kerîm´in mahluk (yaratılmış) olduğunu Mutezile de ileri
sürmüştür.
Allah Tealâ´nın kadimi, (başlangıcı olmayan,
ezeli) dışındaki diğer bütün sıfatlarını nefyetmiştir. Aksi takdirde,
öncesiz olan Allah'ın sıfatlarının da öncesiz olması gerekecektir. Çünkü
Allah'ın hadis yani sonradan var olan şeylerle vasıflandınlması imkansızdır.
AIlah'ın zatına ilaveten kadim olan birtakım sıfatların kabul edilmesi ise,
birçok kadim varlıkların var olmasını gerektirecektir ki, böyle bir
şeyin düşünülmesi imkansızdır. Çünkü bu, Allah'a ortak koşmak demektir.
Muteziîîler temel prensip olan tevhid noktasından hareket ederek, Allah
Tealâ´nın, kıyamet gününde görülmesinin mümkün olmayacağını, çünkü Allah´ı
görmenin, cisim ve yön icabettirdiğini ileri sürmüşlerdir.
Hilafet meselesinde görüşleri:
Hilafet Meselesi ,gerek Cemel Vak'asına, gerekse Sıffin savaşına katılan
taraflardan birinin muhakkak surette hata işlediğini ve dolayısiyle fasık
olduğunu söyledi. Ona göre, hangi tarafın hata yaptığını kesin bir şekilde
tayin etmek güç olduğundan, savaşa katılan her iki tarafın da, en azından şehadetlerinin
kabul edilmemesi gerekir.
Büyük günah işleyenin, cehennemde ebedi olarak kalacağını iddia ederler.
Âlimlerin çoğunluğuna göre ise, Mutezile fırkasının başı, Vâsıl b. Ata´dır.
Vâsıl b. Ata, Hasan-ı Basri´nin ilmî sohbetlerinde hazır bulunurdu. Bir gün,
daha sonra asırlar boyu insanların zihnini meşgul eden -Büyük günah işleyenin
durumu- meselesi ortaya çıktı. Vâsıl b. Ata, Hasan-ı Basri´ye muhalefet
ederek, «Ben, büyük günah işleyenin, kesinlikle mümin olmadığını, müminlikle
kâfirlik arasında bir derecede «Elmenziletu beynel menzileteyn» bulunduğunu
yani fasık olduğunu söylüyorum.» dedi.. Buna göre, büyük günah işleyen kimse,
yani fasık, ölmeden önce tevbe ederse, tekrar iman makamına dönecek ve
mü'min olarak ölecektir. Tevbe etmeden önce ölürse, iman derecesinden daha
aşağı, küfür derecesinden daha yüksek olan fısk, tamamen küfre dönüşecek
ve kiifir olarak ölecektir.
Ve Hasan-ı Basrî´nin meclisinden ayrıldı, camide kendisine başka bir
meclis kurdu.Hasan el-Basri ise, böyle bir kimsenin münafık olduğunu
söylemiştir.
Yorum:
Vasıl'ın büyük günah işleyen kimse hakkındaki bu görüşü, diğer görüşlere
nazaran ilk anda her nekadar akla daha uygun gibi görünüyorsa da, aslında
bunun, Kur'an-ı Kerim'de geçen Allah'ın dilediğini bağışlayacağına dair ayetlere
aykırı düştüğünü veya en azından Allah'in sonsuz rahmet ve bağışlamasını
daraltan bir anlam taşıdığını da kabul etmek gerekmektedir
Şefaati reddedetmişlerdir.Hiç bir kul şefaat edemez demiştirler.
3 .EŞARİLİK :
Ebu'l-Hasan el-Eş'ari 260 h.(m.873)'de Basra'da doğmuş, 324 h. (m.
935) veya 330 h. (m. 941)'de Bağdat'ta ölmüştür .Bu tarihlerde kesinlik
yoktur.Ebu musa El Eşari ile aynı soydan geldiği için aynı isimle
anılır.Bağdatın güneyine defnedildiği , aşırı hanbeliler ve mutezileler mezarına
zarar vermesin diye sonradan kabri yıkılarak yeri gizlenmiştir.
Dedesinden kalan 17 dirhem geliri olan bir araziden geçimini sağlıyordu.
Dedesinden kalan 17 dirhem geliri olan bir araziden geçimini sağlıyordu.
O devirde müslümanlar arasında inanç meselesi ve felsefî fikir ayrılıkları
belirmişti. İmam Eş'ari önce ehli sünnet görüşüne bağlıydı. Sonra Mutezile
mezhebine geçti. Bundan sonra bu yolun yanlış olduğunu anlayınca derhal
sorularla hocası Ebü Ali el-Cubbai'yi mağlup etti ve Mutezile mezhebinden
çıktıktan sonra hemen ehli sünnet mezhebini müdafaa etmeye başladı.
Matüridilik ve Eş'arilik aralarında teorik fıkıhta yirmi kadar noktada farklılık varsa da birbirlerine çok benzerler.İkisi de meseleleri yorumlarken akla başvurur. Fakat Mutezile kadar aklı ön plana çıkartmazlar.
Eşariyye veya Eşarilik ise ismini kurucusu olan Ebu Hasan Eş'ari'den
almaktadır ve özellikle Mutezileye karşıt bir tepki olarak doğmuştur. Nitekim
bu tepki daha sonraları, İslam filozoflarına da kaymış, Eşari kelamcıları ile
İslam filozofları arasında önemli tartışmalar yaşanmıştır.
Amelde Maliki ve Şafii olanların çoğunluğu Eşaridir.
Allah Tealâ´nın,
varlıkları herhangi bir sebepten dolayı yaratmadığını, aksi takdirde, O´nun
iradesinin, kayıt ve şartlarla sınırlanacağını, halbuki Allah´ın, herşeyin yaratıcısı
ve her şeyin üstünde olduğunu, «Yaptıklarından sorguya çekilemiyeceğini, kulların
ise hesap vereceğini.» söylerler.
Eş'ârîyye ekolünün genel görüşleri:
1. Ma'rifetullah: Akıl hiç bir şeyi vâcip kılamaz. Akıl, Allah'ı
bulabilecek güçte bile olsa, Allah'ı bilmek şer'an vaciptir. Aklen bir
vucûbiyyet yoktur. Şeriattan, dinden- haberi olmayan insan, hiç bir şeyden
sorumlu değildir.
2. Nübüvvet: Nübüvvet için erkek olmak şart değildir. Kadında peygamber
olabilir.
3. Cüzi İrade: Cüzi irade müstakil değildir, onu da Allah yaratır.
4. Kesb: Kesb, insan gücünün, güç yetirilen şeyle birlikte olmasıdır.
Eş'ârîyye ekolünde kesb anlayışı kapalı bir şekilde anlatılmıştır. Bu yüzden
anlaşılması diğer meselelere göre daha zordur.
5. Husn ve Kubh: Husn ve kubh şer'îdir, akıl ile idrak olunamaz. Ancak
Allah'ın emir ve yasağı ile bir şeyin iyi ya da kötü olduğu bilinir. Bir şey
emredilmiş ise iyidir, nehyedilmiş ise kötüdür. Emir ve nehiy olmadan iyilik ve
kötülük bilinemez.
6. Tekvin: Tekvin hakiki bir sıfat olmayıp, itibarı bir sıfattır, kudret
sıfatının bir taallukudur.
7. Sebep ve Hikmet: Allah'ın fiilleri bir hikmete göre olmadığı gibi bir
sebebe de bağlı değildir. Çünkü Allah, yaptıklarından sorumlu değildir.
8. Güç Yetirilemeyen Şeyle Teklif: Allah'ın insanın gücünün dışında kalan
bir şeyin yapılmasını emretmesi ve kullarını bununla mükellef tutması caizdir.
Ama böyle bir durum vaki olmamıştır.
9. İbadet Mükellefiyeti: Kâfirler iman etmekle mükellef oldukları gibi,
ibadet etmekle de mükelleftirler. İbadet etmedikleri için ayrıca ceza
göreceklerdir.
10. İrtidad: Dinden çıkmış olan, yeniden iman ederse amelleri de kendisiyle
geriye dönmüş olur.
11 . Kelâm-ı Nefsı: Kelâm-ı Nefsî'nin işitilmesi caizdir.
12. Kur'an-ı Kerîm: Kelâm-ı nefsî durumundaki Kur'an mahluk değildir. O
Allah'ın kelâmıdır. Ses ve harflere muhtaç değildir. Elimizde bulunan mushaf
ise, ses ve harflere muhtaç olan kelâm-ı lâfzîdir ve mahluktur. Allahu Teâlâ
şöyle buyurur: "Bir şeyi(n olmasını) dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona
"ol" dememizden ibarettir. O da derhal oluverir" (en-Nahl,
16/40). Kur'an yaratılmış olsa idi, Allah kendi sözü olan Kur'an'a ol demiş
olacaktır. Halbuki "ol' sözü de Kur'ân'dadır.
13. Ezelde Ma'dûma Hitab: Yüce Allah'ın hitabının ezelde ma'duma (yokluk)
taalluk etmesi caizdir. Buna göre Yüce Allah ezelde mütekellimdir.
14. Tevbe-i Ye's: Ümitsizlik halinde yapılan tevbe makbuldur.
15. Şefaat: Şefaat haktır ve kıyamet günü gerçekleşecektir.
16. Rü'yet: Yüce Allah'ın ahirette mü'minler tarafından gözle görülmesi
mümkündür ve görülecektir. Bu hem aklı deliller hem de naklî deliller ile
desteklenmiştir. Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurur: ''O günde
(kıyamette) peygamberlerin velilerin ve müminlerin yüzleri apaydınlıktır.
Rablerine orada hiçbir engel olmaksızın bakıcıdırlar'' (el-İnsân, 75/22-23) .
17.İman artıp eksilebilir.
18. Allah'ın varlığını ve birliğini bilmede alet olduğu halde, ona bu
bilmenin vücubunu emreden akıl değil, Allah'tır.Allah nasip etmezse akılla
Allah idrak edilemez.
Malikiler ve Şafıiler itikatta Eş'ari mezhebini kabul etmişlerdir.
4. MATURİDİLİK :
(İmam maturidinin Özbekistanın semerkand şehrindeki
türbesi)
İmanda artma ve azalma meydana gelmez.İbadet imanın bir parçası değildir.Yani
kişi ibadet etmezse günahkar olur , imanı yine de vardır.Cennete enin de
sonunda gidecektir.maturidilik Eşariliğe göre biraz daha fazla akılcıdır.
Matüridilik özellikle Ebu Hanife'nin itikadi konulardaki görüşlerinden
etkilendiği için bazı bilim adamları bu mezhebi Hanefiliğin itikadi açıdan
devamı saymışlardır. Kurucusu, mezhebe ismini veren, Ebu Mansur el-Matürid'dir.
Amelde Hanbeli ve Hanefi
olanlar Maturididir..
Maturidi Mezhebi
İmam Ebu Mansur el-Mâturidi Semerkand'a bağlı Maturidii köyünde 233' lü
yıllarda doğmuştur Özbek Türküdür. 333 hicri yılında vefat
etmiştir.
O islam itikadını kitap ve sünnete aykırı olmamak şartıyla ve akli verilerden
de faydalanarak açıklamış, ehli sünnet yolunu sapıklara, bid'atçılara karşı
müdafaa etmiş ve hususi olarak Maveraünnehir'de Hanefılerin akaid imamı
olmuştur.
Maturidi akaidinin temelini Ebu Hanife'nin (ö 150/767) düşünceleri hususen
olarak "el~fıkhul-ekber"isimli eseri teşkil eder.
Görüşleri:
Matüridî iman ile ameli birbirinden ayırır. Amelin imandan bir parça olması
ve imanın artıp eksilmesi konusunda Matüridî, görüşlerini benimsediği Ebu
Hanife 'ye uyar. Ebu Hanife ve Matüridî'ye göre iman ve amel ayrı
şeylerdir. Çünkü bir ayette "...Allah'a iman eden ve yararlı iş
işleyen...(Talak Suresi/11)" buyruğuyla imanı amelden ayırmış,
"yararlı iş işleyen" ifadesi "iman eden"
ifadesinden ve ile ayrılmıştır. Ayette geçen imandan
maksat, kalp ile tasdik tir.
Matüridî'ye göre adam öldürmek, zina etmek, içki içmek... gibi büyük
günahlar (günah-ı kebair) da mümini imandan çıkarmaz.
Matüridî, Eş'arî'nin verdiği önemden daha fazla akla değer veriyordu. Ona
göre aklın daha çok değeri olduğuna şu örnekler delâlet etmektedir:
Matüridiyye'ye göre peygamber gönderilmezse bile Allah'ı aklen bilmek
gereklidir. Allah'ı bilmenin vücubunu idrak eden akıldır. Allah'ı akılla
bilmenin aklen vacib olduğu görüşü, Matüridilere İmam A'zam Ebu Hanife'den
geçmiştir
Allah bir işi haddi zatında ve aslında güzel olduğu için veya faydası
zararından daha çok olduğu için emreder. Allah'ın bir işi emretmesi, o
işin aslında güzelliğine delâlet eder. Bir şey mahiyeti itibarıyla çirkin
olduğu için Allah o şeyden nehyeder. Allah'ın bir şeyi nehyetmesi, o şeyin
aslında çirkinliğine veya zararının faydasından daha çok olduğuna delâlet eder
Allah boş ve abes işlerden münezzehtir. Her işinde bir hikmet ve
sebep vardır.
Bir müminin inancını akli delile dayanmadan körü körüne taklit eden
kimsenin (mukallidin) imanının, kuvvetli bir temele dayanmadığı için, makbul
değildir. Çünkü sevap kulun çektiği meşakkat karşılığında verilir. Mukallidin,
imanın aslını kazanmasında sıkıntısı yoktur. Bilakis, imana ulaşmada delil
getirme ve şüphe ile kesin delilleri ayırt etmede düşünmenin kaidelerini
gözetip nazar ve teemmüle alışarak karşılaşılan kuşkuları gidermek için sıkıntı
çekilir... Kişi emek ve gayretini sadece peşin lezzetleri elde etmek için
harcar, yalnız kendisini geçici dünya ile faydalanmaya terk eder , sonra hiç
bir sıkıntıya göğüs germeksizin külfet ve meşakkate katlanmaksızın iman ederse,
sevap elde edemez ve bu imanının faydasını görmez.
Matüridi'nin bu görüşüne başta öğrencileri olmak üzere hiç bir Matüridiyye
kelâmcısı katılmamıştır. Çünkü iman Allah'ı ve Resulünün Allah tarafından
getirdiklerini tasdik etmektir. Kalbte şüphesiz kesin tasdik bulunup bunun
zıddı tekzib gelmediği müddetçe iman makbuldur. Gücü yettiği halde Allah'ın
varlığına deliller getirmeyi terk eden mümin, günahkâr olur.
Allah'a, O'nu yaratılmış varlıklara benzetmeye götüren isim koymak uygun
değildir. Allah'ın, yaratılmışlardan birini çağrıştıran bir isimle, kelimeyle
anılması caiz değildir.
"Allahu Teâlâya ŞEY'denilebilir. Ama eşya gibi bir şey değildir. Şey
olmasının manâsı; cisimsiz, cevhersiz, arazsız, hadsiz, zıtsız, eşsiz, ortaksız
ve benzersiz olarak sabit olmaktır."(bu konuda imamı azamla aynı
düşüncededir)bknz:Fıkhı ekber
Matüridî Ahiret'de Allah'ın görülebilirliğini, yani ru'yetullahı,
savunmaktadır.
Eserleri:
Bunlardan birisi "Tevilâtü'l-Kurân ( "diğeri adı "Te'vilatü
Ehli's-Sünne"dir).İkincisi Kitabü't-Tevhid
Tevilâtü'l-Kurân: Dünya kütüphanelerinde elli tane kadar nüshası olduğu
sanılmaktadır. Hemen hemen İstanbul'un her kütüphanesinde bir nüshası
mevcuttur. Dirayet usulünü takip eden çok kıymetli bir Kur'an tefsiridir.
Kitabü't-Tevhid: Dünyadaki tek nüshası Cambridge Üniversitesi
kütüphanesinde 3651 numarada kayıtlıdır. Dr. Fetullah Huleyf tarafından tahkik
edilerek 1970 de Beyrut'ta bastırılmıştır.
Hanefıler itikatta Maturidi mezhebini benimsemişlerdir.
5.CEBRİYYE :
Cebriye mezhebine göre, iyi ve kötü doğrudan doğruya Allah’tan gelir;
olayların ortaya çıkışı ve meydana gelişi, insanın iradesine bağlı değildir,
zira her şey Allah tarafından önceden, değişmezcesine belirlenmiştir.Kulun
iradesi yoktur.
İnsanların bir işi, bir eylemi yapıp yapmamakta özgür olduğunu kabul
eden ve dolayısıyla insanların yaptıklarından sorumlu oldukları
fikrini savunan Kaderiye mezhebinin karşısında yer alırlar.
Bu görüşün kurucusu kabul edilen Cehm bin Safvân, Allah'ın kelâmının hâdis
(yaratılmış) olduğunu ilk olarak öne süren ve çok itikadî esası inkâr
ettiği için öldürülen Ca'd bin Dirhem'in öğrencisiydi. Uzun süre kâtiplik
yapmış, kendi görüşlerini yaymaya çalıştığı için 741 yılın da öldürülmüştür.
Cebriyenin belli başlı kelami görüşleri;
1- iman Allahı bilmek, küfür ise onu bilmemektir, buna göre iman, ilim ve
marifetten ibarettir, kalp ile tasdik etmeye gerek yoktur.
( ibni hazm bu görüşü şöyle eleştirmiştir: “Eğer iman bilmek olsaydı
Allah'ı bilen Şeytan'ın da iman etmiş sayılmalıdır.”)
2- Allahın zati sıfatlarından başka sıfatları yoktur, kuranda adı geçen
semi, basar gibi sıfatları gerçekte zahir değildirler , bu yüzden onlar te’vil
edilip yorumlanırlar. Allahı yarattıklarının sıfatıyla nitelemek doğru
değildir.
3- Allah´ın kelâmı kadîm (Başlangıcı olmayan, ezelî) değil, hadistir.
(Sonradan meydana gelmiştir.) . Bu yüzden kuranı kerim mahluktur, yani
yaratılmıştır.
4- Allahın ilmide ezeli değildir, hadistir. Bu yüzden Allah bir şeyi
meydana gelmesinden önce bilmez.
5- Cennet ve cehennem geçicidir ebedi değildir. Çünkü hiçbir şey ebedi
olarak kalmayacaktır, kuranı kerimde bazı ayetlerde geçen ebedilikten maksat
uzun süre kalmaktır.
6- Ahirette Allahı görmek, mümkün değildir,
7- Kabir azabı yoktur.
8- Ahirette şefaat söz konusu değildir,
Cebriyyeye yapılan eleştiriler:
Elimizde «Murtaza» adlı âlimin «el-Münyetu vel-Emel» adlı eserinde
zikrettiği, Emevilerin ilk dönemlerinde yaşayan iki büyük âlimin iki mektubu
bulunmaktadır. Mektuplardan biri, Abdullah b. Abbas´a aittir. Abdullah bu
mektubunda-, Şam´da bulunan Cebrîyecilere sesleniyor ve onları bu gibi sözleri
söylemekten men ediyor ve şöyle diyor: «İnsanlara takvayı mı emrediyorsunuz
Halbuki takva sahipleri, sizin bu görüşlerinizle yoldan salmıştır. İnsanları
kötülükten sakındırmak mı istiyorsunuz Halbuki isyankârlar, sizin bu
görüşlerinizle ortaya çıkmışlardır. Ey, geçmiş münafıkların çocukları,
zalimlerin yardımcıları ve fâsıklarm mescitlerinin bekçileri! İçinizden Allah´a
iftira eden, suçlarını O´na yükleyen ve yaptıklarını O´na nisbet edenden başka
kimse çıkmaz mı »
İkinci mektup ise, Hasan´ı Basri (R.A.) tarafından, Basra´da Cebriye
mezhebinin görüşlerini benimseyen bir kısım insanlara yazılmıştır. Mektupta
şunlar yazılıdır. «Kim, Allah´a, kaza ve kaderine iman etmezse, o kişi küfre
girmiştir. Kim, kendi günahını rabbine yüklerse, o da kâfir olmuştur. Allah
Tealâ, kendisine zorla itaat edilen veya zorla isyan edilen değildir. Çünkü
Allah, kullarına verdiği şeylerin gerçek sahibidir. Kullarının gücünü
yettirdiği şeylere kendisi daha kaadirdir. Eğer kullar O´na itaat ederlerse,
yaptıklarına mani olmaz. Şayet isyan ederlerse, dilerse yaptıklarına mâni
olur. Eğer birşey yapmamışlarsa, onları birşey yapmamaya O zorlamış değildir.
Eğer, Allah yarattıklarını itaat etmeye zorlamış olsaydı, onlardan sevabı
kaldırırdı. Şayet onları günah işlemeye zorlamış olsaydı, onlardan cezayı
düşürürdü. Eğer, onları başıboş bırakmış olsaydı, (hâşâ) kudretinde eksiklik
olması icabederdi. Fakat, Allah Tealâ´nın, yarattıklarından gizli tuttuğu bir
sırrı vardır. Eğer, kulları itaat ederlerse bu, Allah´ın kullarına bir
lütfudur.
Hasan-ı Basri´den rivayet edilmektedir ki, Parslardan bir adam, Peygamber
Efendimiz (S.A.V.)´e geldi ve şöyle dedi: «Farsların, kızlarıyla ve
kızkardeşleriyle evlendiklerini gördüm. Onlara «niçin böyle yapıyorsunuz »
dendiğinde onlar, «Bu, Allah´ın kaza ve kaderidir.» diyorlardı. Bunun üzerine
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurdu : «Her ümmetin «mecusî» olanları
vardır. Benim ümmetimin mecusîleri de «kader yoktur» diyenlerdir. Eğer hasta
olurlarsa, onları ziyaret etmeyin. Ölürlerse, onlara şahadette bulunmayın.»
Eğer, kulun cebir altında bulunduğu kabul edilirse, bütün ilahi nizamlar
hükümsüz olur, emir ve yasakların mânâsı kalmaz, dolayısiyle ceza ve mükâfat diye
birşey de söz konusu olmaz.
Ayetlerle reddiye:
Ayet-i kerîmede:
«... Halbuki onlar, o sihri satın alan kimsenin, âhiretten bir nasibi
olmadığını çok iyi biliyorlardı...»
«Allah´ın, kullarından dilediğine iütfundan birşey indirmesini kıskanarak,
O´nuiı indirdiklerini inkâr etmekle, kendilerini, karşılığında sattıkları şey,
ne kötüdür!..»
«Ey kitap ehli, gözünüz gördüğü haîde, Allah´ın âyetlerini niçin inkâr
ediyorsunuz »
«Ey kitap ehli, niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz
»
«...Ey kitap ehli, niçin iman edeni Allah´ın yolundan men ediyorsunuz Hak
olduğuna şahitken, o yolu eğri göstermeye çalışıyorsunuz.»
6 . SELEFİLİK :
Aklı reddeder , ayet ve hadisleri olduğu gibi kabul eder.
İmanda artma ve eksilme olur.
İbadetler imanın bir parçasıdır.
Kur´an-ı Kerîm, Allah´ın kelamıdır ve mahluk değildir.
Kadere, hayır ve şerriyle iman etmek, Allah´ın kudret ve iradecinin
herşeyi kapsadığına, Allah´ın, kulları ve onlardaki bütün güçleri yarattığına
ve kulun, kendi kudret´ve iradesiyle dilediğini yaptığına inanmaktır.
Allah Tealâ, yarattığı varlıkları, emrettiği hükümleri ve yasakladığı
hususları mutlaka güzel bir hikmete göre yapmıştır.
Şu hadise göre şefaati reddederler:
«Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi Allah´dan satın alın. Çünkü Allah´a karşı
benim size hiçbir faydam dokunamaz. Ey Abdi Me-|naf oğulları! Benim, Allah
katında sizlere herhangi bir faydam dokunmaz. Ey Abdulmuttalib´iıı oğlu Abbas!
Allah´ın huzurunda sana bir faydam dokunmaz. Ey Safiye! (Resulullah´ın halası)
Allah katında sana bir faydam olmaz. Ey Fatime! (Resuîullah´ın kızı) Malımdan
dilediğini benden iste. Fakat, Allah´a karşı sana bir faydam olmaz.»
[(Buharı Kitab el-Vesaya bab; 11/ Müslim, Kitab el-tman, bab; 351/Neseî,
Kitab el-Vesaya bab, 6/Darimî, Kitab el-Rıkak bab; 23/Müsnedi İmam Ahmed c. 2,
sh. 350)
Selefiler, tüm Müslümanlar gibi vahdaniyeti ( Alllah’ın birliği ,eşi ve
benzeri olmayışı ), İslâmın esası kabul ederler.Fakat neyin vahdaniyete ters
düştüğü konularında farklı düşünürler.Örneğin:
Rablerine intikal eden (ölen) bazı kullar vasıta, yapılarak Allah´dan
birşey dilemenin, vahdaniyete ters düştüğünü iddia ederler.
Teberrük (bereket alınması için) veya takdis için peygamberlerin ve
salih kulların kabirlerini ziyaret etmeyi yasaklarlar.Peygamber Efendimizin
kabri olan Ravza-i Mutahhara´ya karşı yönelerek onu ziyaret etmenin ve Ravza-i
Mutahhara´nm etrafında ibadet etmenin, herhangi bir peygamber veya velinin
kabrine yönelerek dua etmenin, vahdaniyete ters düştüğünü söylerler.
Selefiler, Kur´an veya sünnette zikredilen, Allah Tealâ´nın her sıfatını
veya her yaptığını olduğu gibi zahiren kabul ederler. Zahirini bırakıp te´vil
veya tefsirde bulunmazlar.
Selefîler, Allah´a «Sevgi» «gazap» «kızma» «çağırma» «konuşma» «bulutların
gölgesiyle insanlara inme» «Arş üzerinde istikrar etme» gibi sıfatları isnad
ederler. Eli ve yüzünün bulunduğunu söylerler. Bu hususta herhangi bir te´vile
ihtiyaç duymazlar. Ancak, Allah Tealâ´ya nisbet edilen bu hususların,
yaratılanlara asla benzemediğini söylerler. «Allah´ın eli, yüzü, inmesi,
yaratılanların eline, yüzüne ve inmesine benzemez. Allah, bu benzerlikten çok
uzaktır.» derler.
Selefîler, Hicri 4. yüzyılda ortaya çıkmışlardı. Bunlar, Hanbelî mezhebine
mensup insanlardı. Bunlar, bütün görüşlerinin, Selefiye inancını canlandıran ve
bu inanca ters düşen görüşlere karşı savaşan İmam Ahmed İbn-i Hanbel´e ait
olduğunu iddia ederler.
Selefiye inancı Hicrî 7. yüzyılda tekrar ortaya çıkmış ve bu defa bu
görüş, Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye tarafından ihya edilmiştir. İbn-i Teymiyye,
insanları yoğun bir şekilde bu görüşü kabullenmeye davet etmiş ve zamanının
gerektirdiği bazı görüşleri de Selefiye görüşüne ilave etmiştir. İbn-i Teymiyye
den sonra bu okulu takip eden birçok ünlü alim olmuştur; İbn
Kesir gibi.
Daha sonra Selefiye inancı Hicrî 12. yüzyılda Muhammed b. Abdülvahhab
tarafından Arap yarımadasında yeniden ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde de
Vahhabîler, bu görüşe davet etmekte ve bir kısım İslâm âlimleri de aynı
görüşleri şiddetle savunmaktadırlar.
İnanç meselelerinin, sahabe-i kiram ve tabiin zamanında, anlaşıldığı
şekilde anlaşılmasını istediklerini ileri sürmüşlerdir.
İtikadı meseleleri yalnızca Kur´an-ı Kerim den ve Resulullah´ın sünnetinden
almaya çalışmışlar, itikadın hem temel meselelerini, hem de bu meseleleri
ispatlayan delilleri, Kur´an´dan almaya girişmişler, âlimlerin, Kuran´ın
delillerinden başka delillere baş vurmalarım engellemeye çalışmışlardır.
İtikadı meseleleri, dini hükümleri ve bunlarla ilgili bütün mevzuları
kısaca veya etraflıca bilmenin tek yolu, Kur´an-ı Kerim ve Peygamberimizin,
onu açıklayan sünnetidir, Kur´an ve sünnet yolunu takibetmektir. Kur´an ne
hüküm koymuş, sünnet nasıl izah etmişse, olduğu gibi kabul edilir, asla
reddedilmez. Bunları kabul etmemek, İslâm inancından çıkmak olur.
Akla itikadi konularda verilen değer ve akıl bazlı bir metodolojinin
itikadi yorumlama ve kararlar için kullanılması hususunda, Selefilik
Mutezile'nin tam zıddı konumda bulunan bir itikat mezhebidir. Selefiliğe göre
nakillerin zahir (görünen, sözlük veya terim anlamı) ele alınır ve hiçbir nas
tevil edilmez. Takdis, tasdik, aczini itiraf etmek, süküt, imsak, keff ve
marifetini ehlini teslim Selefliğin başlıca esaslarıdır.
İbn Teymiye genel anlamda Hanbeli mezhebini takip etmiştir. Hanbeli
mezhebini takip etmesinin en büyük
nedeni Kitap ve Sünnete bağlılığıdır. Fakat bazı konularda
diğer mezheplerin görüşlerini de benimsemiştir. Yine bazı konularda dört
imamın görüşlerinin dışında kalan özgün düşünce ve görüşleri de vardır.
Bunlardan en ünlü ve önemlilerinden biri de boşanmanın yemin olarak
kullanılması konusundaki görüşüdür; boşanmanın yemin olarak kullanılmasını
doğru bulmamış, çoğunlukla bu yemini eden kişinin eşini boşamak gibi bir niyeti
olmadığını belirtmiş ve bu nedenle boşanma yemin konusu yapılmasının boşanmaya
yol açmayacağını söylemiştir.
İbn Teymiyye ye göre Allah ın kitabı, Resulü nün sünneti, sahabe, tabiun ve
müçtehit imamların eserleri direkt ya da dolaylı olarak Cenab-ı Hakk ın her
şeyin üstünde olduğunu anlatmaktadır. Şu ayetler O nun (celle celaluhu)
mekansal olarak arş ve semanın üzerinde olduğunu göstermektedirler: “Güzel
sözler ancak O na yükselir.” “Ey İsa! Şüphesiz seni kabz edecek ve kendime
yükselteceğim. “, “Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz
“, Fakat Allah Onu (İsa yı) kendisine yükseltmiştir. “, “Rahman, Arş a istiva
etmiştir.”
İbn Teymiyye, Rabbimiz, gecenin üçte biri kaldığında her gece dünya
semasına inerek buyurur ki “Bana kim dua eder ki, duasına icabet edeyim. Kim
bir şey ister ki, ona dilediğini vereyim. Kim de affını talep eder ki, onu
mağfiret edeyim.” mealindeki hadisin de açık bir şekilde Cenab-ı Hakk ın semada
bulunduğunu ifade ettiğini söyler.
Selefi salihinden hiç kimsenin Allah Teala nın semada olduğuna itiraz etmediğini,
ne Kur an-ı Kerim, ne Sünnet, ne sahabe, ne tabiun ve ne de sonraki dönemlerde
yaşayan müçtehit imamların bu gerçeğe aykırı direkt ya da dolaylı tek bir
ifadelerinin olmadığını söyleyen İbn Teymiyye, onların Allah Teala nın
(mekansal olarak) semada, arşta ve her yerde olduğunu kabul ettiklerini iddia
eder.
Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi
iner” demiştir.
Namazın kazası olmaz .Çünkü namaz kılmayan kafirdir.geçen geçmiştir.Kişi
namaza başladığında yeniden müslüman olmuştur.
Kafirlere cehennem azabı sonsuz değildir.İbni kayyım, teymiyye
Eleştiriler:
İbn Teymiyye nin bu beyanı selefe ait tefsirler içerisinde en güvenilir
olduğunu söylediği Taberi nin nakilleri ile çelişmektedir. Nitekim Taberi, -İbn
Teymiyye nin sıfatlarla alakalı ayetlerin en önemlisi olarak gördüğü- ayetü
l-kürsi deki “O nun -celle celalühü- kürsüsü (ilmi) bütün yerleri ve gökleri
kaplayıp kuşatmıştır.” kısmını tefsir ederken İbn Abbas a -radiyallahu
anhuma- isnat ettiği bir rivayette kürsü kelimesinin ilim olarak te vil
edildiğini nakletmektedir. Halbuki İbn Teymiyye kürsü kelimesini haşa- Allah
Teala nın üzerinde oturduğu bir mekan olarak anlamaktadır.
VEHHABİLİK:
Kendilerine muvahhidun (tevhidciler) derler ve hanbelî mezhebini ibn
teymiye yorumuna uygun biçimde sürdürdüklerini söylerler. vehhabilik bir inanç
hareketi olarak baslamakla birlikte, kisa zamanda siyasî bir nitelik kazandi.
arap yarimadasinda etkinlik kurarak devlet durumuna geldi. günümüzde, suudi
arabistan'in resmî mezhebi durumundadir.
Muhammed bin abdülvehhab'in (d. 1703 uyeyne - ö.1787 deriye, riyad) düsünceleri
çevresinde olusan dinî, siyasî hareketttir.
Din’de akıl’a yer vermemek;
Mükaşefeyi (kalp gözü ile görme’yi), dolayısıyla tasavvufu reddetmek
Tevhid’i, ‘ameli tevhid’ olarak almaktadırlar. Allah kalble, dille ve
davranislarla birlenmelidir.Kur'an ve sünnet'in dışında emir ve yasak
tanımamak, hz. muhammed'in döneminde bulunmayan seyleri ve tevessülü terkederek
Allah'i birlemek gerekir.Bu tevhide ameli tevhid denir. Herhangi bir hüküm
koyucu tanimak, Allah'tan baskasindan yardim dilemek, peygamber için bile olsa,
Allah disindaki bir varlik için kurban kesmek, adakta bulunmak kisiyi küfre
düsürür, can ve mal dokunulmazligini ortadan kaldirir.
Kur'an ve sünnet'te olmayan her sey bid'attir.
Mezarlarda yapilan ibadetler sirktir. Sevap umarak hz. Muhammed'in kabrini
ziyaret bile sirke neden olabilir. Şirke neden olmamalari için, mezar
ziyaretleri, türbe yapimi kesin olarak yasaklanmalidir. Ölülere niyaz,
tevessül, falcilara, müneacimlere inanmak, hz. peygamber'in anisini yüceltmek,
hirka-i serif, sakal-i serif ziyaretleri yapmak, allah'tan baskasina ibadet
etmek, şirk koşmaktir.
Mevlit toplantilari düzenlemek, bu toplantilarda mevlit okumak,nazar
boncugu takmak, muska takinmak, agaç, tas vb. seyleri kutsal saymak, bir
hastalik ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayi
gibi seyler takinmak, sihir, büyü, yildiz fali gibi seylere inanmaz, iyi
kisilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardim dilemek
,riya için namaz kilmak, sofuluk etmek, iyi insan gibi görünerek çikar saglamak
şirktir.
Cami ve mescidlerin süslenmesi, minare yapılmasi bidattir.
Amel imandan bir parçadır, azalır ve artar, bir farzı yapmayan kafir olur .
Allah-u Teâlâ hazretlerinin mekanı , cismi, ciheti, eli, ayağı, yüzü
vardır.
Muhyiddin İbn Arabî hazretleri için “Şeyh-i Ekfer” (En kâfir şeyh)
derler.Vehhabîlerin ve zihniyetlerinin hakim olduğu yerlerde İbn Arabî’yi
yüceltmek, açıkça sevmek yasaktır.
Tevessül ( ölmüşlerin bizim için dua etmelerini dilemek ) ve
istigase( ölü veya diriden yardım dilemek) sapıklık ve şirktir.
İcma ve kıyas gibi fıkhi kaynakları reddetmişlerdir.
Uygulanmada dikkat çekenler :
1) Namazda ayakların arası açıktır.
2) Elleri göğüs hizasinda bağlanır
4) Teravih namazını 8 rekat kılarlar.
5)Namazda tekbir göğüs hizasından yapılır.
6)Sigara içmeyi haram saymışlar ve bu hususta çok titiz davranmışlardır
7.KADERİYYE :
Kaderiyecilerin inançları mecûsilere benzemektedir. Mecûsiler, ilâhın iki
tane olduğunu, hayırı yaratan ilâhın NUR, şerri yaratan ilâhın ise KARANLIK
olduğunu iddia etmektedirler. Kaderiyeciler ise, hayır ile şerrin arasını
ayırmakta, hayrın Allah´tan olduğunu, şerrin ise şeytandan kaynaklandığını ve
´Allah´ın, şerri dilemediğini ileri sürmektedirler.
«Kadercilik» düşüncesini iki kişi yaymıştır. Bunlardan biri, bu düşünceyi
Irakta yayma vazifesini üzerine alan Ma´bed el-Cühenî´dir. Diğeri ise, Samda
halkı bu mezhebe davet eden Ğaylan el-Dımışki´dir.
8. MÜŞEBBİHE :
Allâh'ı yarattıklarına benzeten ve cisim olarak tevsif
edenlerdir. Geçmişlerde kimileri Allâh'ın tüysüz bir genç şeklinde bir varlık
olduğunu, kimileri O'nun kılları ak ve siyah karışımında olan yaşlı bir adam
şeklinde bir varlık olduğunu kimileri de ışık saçan bir nur olduğunu
öne sürmüşlerdir ki bunlar İslâm dairesinde addedilmezler.
Teşbih, benzetmek anlamındadır.Müşebbih de teşbih kelimesinden
türer ve benzetenler anlamına gelir. Fırkanın bu ismi almasının
nedeni Allah'ı insan veya diğer yaratıklara benzetmeleri veya onun
sıfatlarını çeşitli şeylere benzetmeleridir. Ayrıca, insanlarınki
gibi olmasa da Kur’anda geçen şekliyle Allah'ın organlarının (el, yüz)
bulunduğuna inanan görüşler de bu fırkanın içinde sayılır.Sünni kelamcılara
göre bu ifadeler mecazidir.
Müşebbihe grubunun temel düşüncelerinin Cehm bin
Safvan'ın Allah'ın subuti sıfatlarını ret etmesine tepki olarak
doğduğu düşünülür.Müşebbihe kendi içinde birçok farklı gruba ayrıldığı gibi,
Müşebbihe'nin temel düşüncelerini veya benzerlerini barındıran diğer gruplar da
Müşebbihe'nin içinde ele alınır.
Allahın kıyamette belirli bir şekilde görüleceğini söylerler.
Allahın kıyamette belirli bir şekilde görüleceğini söylerler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder